Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri Nils Muižnieks, bugün yayınladığı bir memorandumla ilgili olarak, “Türkiye’nin güneydoğusunda çok büyük bir nüfusun birçok insan hakkı, Ağustos 2015’den beri uygulanan sokağa çıkma yasakları ve terörle mücadele operasyonları bağlamında ihlal edilmiştir. Türkiye’yi, sokağa çıkma yasaklarını bu şekilde kullanmaya son vermeye, devlet görevlilerinin yaptığı iddia edilen tüm insan hakları ihlallerini etkili bir biçimde soruşturmaya ve hak ihlallerinden doğan mağduriyetleri giderip tazmin etmek üzere kapsamlı düzenlemeler yapmaya davet ediyorum. Bunların yapılmaması halinde, başlangıçta yapılan ihlallerin etkisi daha da ağırlaşacaktır” dedi. Memorandumda, Avrupa İnsan Hakları Komiserinin 6 ila 14 Nisan 2016 tarihleri arasında Türkiye’ye (İstanbul, Diyarbakır ve Ankara), ardından da 27 ila 29 Eylül 2016 tarihleri arasında Ankara’ya yaptığı ziyaretlerde elde edilen bulgular yer alıyor.
Komiserin değerlendirmeleri, terörle mücadele tedbirlerinin, özellikle de bazı hallerde aylarca süren, hangi tarihte sona ereceği belli olmayan, gece gündüz aralıksız devam eden sokağa çıkma yasaklarının yasallığı ve orantılılığının, uluslararası standartlar ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin içtihatları ışığında titiz bir şekilde incelenmesine dayanıyor.
“Türkiye gerçek bir terör tehdidiyle karşı karşıyadır ve terörizmin bütün biçimleriyle mücadele etme hak ve yükümlülüğüne sahiptir. PKK’nın ve diğer terör örgütlerinin eylemlerini kınıyorum. Terörizm bir insan hakkı ihlalidir, ancak Türkiye’nin 2015 yazından bu yana Güneydoğu Anadolu’da terör olaylarına verdiği karşılık, söz konusu tedbirlerin orantılılıkla ve yasallıkla ilgili sorunlar içermesi nedeniyle, kendi içinde insan hakları ihlallerine yol açmıştır.”
Memorandumda Komiser özellikle de, Ağustos 2015’ten bu yana uygulanan sokağa çıkma yasaklarının, Avrupa Konseyi Venedik Komisyonuna göre yasallık gereklerini ihlal eden idari kararlara dayandırıldığını vurguluyor. Komiser aynı zamanda çeşitli şehirlerde meydana gelen çok büyük çapta tahribata ve uzun süre evlerini terk etmek zorunda kalanlar dahil olmak üzere, olaylardan etkilenen sivillerin sayısı ve tahrip edilen mal mülk miktarı ile, etkisiz hale getirilen teröristlerin sayısı ve sokağa çıkma yasağının ardındaki ilan edilen amaçlar karşılaştırıldığında ortaya çıkan büyük orantısızlığa dikkat çekiyor. Ayrıca, güvenlik kuvvetlerinin sergilediği yaygın olarak bildirilen aşırı milliyetçi tavırların da çoğu kez, sivil halkın “sokağa çıkma yasaklarının ve terörle mücadele operasyonlarının bir ‘toplu cezalandırma’ olduğu yönündeki yaygın kanaatini ” güçlendirdiğini belirtiyor.
Komiser aynı zamanda Türk makamlarının, inandırıcı kaynaklarca öne sürülen, insan hakları ihlalleriyle ilgili çok sayıda iddiayı gereken ciddiyetle ele almadığı gibi, operasyonlar sırasında meydana gelen bütün ölümleri önlemek için devlet görevlilerinin gereken bütün tedbirleri aldığını inandırıcı bir biçimde kanıtlama yükümlülüğü altında olmalarına rağmen, bu ölümlerle ilgili re’sen açılan ceza kovuşturmalarını etkili bir şekilde yürütmediklerinden kaygı duyduğunu belirtti. Komiser “güvenlik gücü mensuplarının şüpheli sıfatıyla muamele edildiği çok az sayıda ceza davası istisna olmak üzere, ciddi suistimal türleri için bile sadece disiplin yaptırımlarına tabi tutulduklarını, ve önceliğin daha ziyade güvenlik güçlerine güvence vermeye ve onları takibattan korumaya verilmiş gibi görünmesinden” üzüntü duyduğunu söyledi. Komiser aynı zamanda yetkili makamların, dünyadan yalıtılmış ve bağımsız gözlemcilerin bulunmadığı bölgelerde meydana gelen insan hakları ihlalleriyle ilgili iddialara dikkat çekmeye çalışan insan hakları STK’larının faaliyetlerini karalama girişimleriyle ilgili derin kaygılarını da ifade etti.
Komiser Muižnieks soruşturmaların derhal, özenli ve ayrıntılı bir biçimde yapılmaması nedeniyle, şu ana kadar genel olarak etkisiz kaldığı izlenimi verdiğini vurguladı. “Kimi operasyonlardan beri geçen süreye, delillerin etkilenen alanlarda iş makinalarıyla fiilen imha edilmiş olabileceğine, ayrıca savcıların genel tutumuna bakılırsa, gelecekteki herhangi bir soruşturmanın etkililik kriterlerini tamamıyla yerine getirmesi hayli olanaksız görünmektedir.” Komiser’e göre bu da yeni insan hakları ihlallerini beraberinde getirmekte olup, Komiserin daha önceki bulgularıyla ve Türkiye’de yerleşik bir sorun olan, hesap verebilirlik noksanlığı ve cezasızlık sorunuyla ilgili çok sayıda AİHM kararıyla örtüşüyor. “Türkiye’nin yakın tarihi boyunca cezasızlık, insan haklarına temelden ters düşen davranışları meşrulaştırarak, teşvik ederek ve insan haklarını korumak ve geliştirmek için verilen bütün gayretlerin altını oyarak, sürekli olumsuz bir etkide bulunmuştur.”
Komiser memorandumunda, “Yetkililer tarafından kamuoyu önünde hataların ve insan hakları ihlallerinin kabul edilmesi gerekmektedir. Buna, ister Türk devletinin teröre karşı onları koruyamamış olmasından kaynaklanmış olsun ister terörle mücadele operasyonlarının doğrudan bir sonucu olarak gerçekleşsin, ilgili kişilerin uğradığı maddi ve manevi zararların tazmin edilmesi yönünde ciddi gayretler eşlik etmelidir” diyor. Komiser aynı zamanda bu açıdan bakıldığında mevcut tazminat çerçevesinin yetersiz olduğu izlenimini de dile getirerek, kamulaştırma bir çifte cezalandırma sonucu doğurabileceğinden, etkilenen bölge sakinlerinin mallarını kamulaştırma planlarından duyduğu kaygıları da ifade ediyor.
Komiser “söz konusu hataların kabul edilmesinin ve bunların yarattığı etkiyi telafi etmeye çalışmanın bir zaaf göstergesi olmayacağını, aksine, bunun insan hakları durumunu iyileştirerek halkın devlete olan güvenini arttıracağını, bunun da ülkede barış ve istikrarın sağlanması için temel bir gereklilik” olduğunu vurguladı.